Erbakan’ı yardımsız bırakan 28 Şubat’ın provokatörleri unutulmasın!
Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Zeki Geçkil'in El-Aziz Gazetesi'nin 779. sayısında El-Aziz'den köşesinde yayınlanan yazısı...

İlk yayınlanma tarihi: 2 Ekim 2013
Tarihe mal olan, 28 Şubat 1997 günkü
ünlü Millî Güvenlik Kurulu toplantısının tutanakları özet olarak yargı
vasıtasıyla kamuoyuna açıklandı. Erbakan’a yöneltilen tüm eleştirilerin, isnatların
hiçbir dayanağının olmadığı, tamamıyla uydurma, dezenformasyon ve iftira olduğu
anlaşıldı.
Erbakan direndiği halde direnmedi,
itiraz ettiği halde gıkını çıkartmadı, tek başına mücadeleyi sürdürdüğü halde
boyun eğdi, imzalamadığı halde paşa paşa imzaladı diye yıllardır koparılan
yaygaraların herhangi bir karşılığı olmadığı yargı tarafından resmen tespit ve
tescil edildi.
Erbakan açısından artık herhangi bir laf
etmeye imkân kalmadığı dost-düşman hereksin ittifak halinde kabul ettiği daha
önce kendisine demediğini, etmediğini bırakmayanların itiraflarından ve özür
dilemelerinden de net ortaya çıkmış oldu.
Erbakan’ın hesabını tarih önünde yargı
resmen verdiğine göre şimdi artık Millî Görüş’ün diğer önde gelen isimlerinin
neden 28 Şubat 1997 öncesinde alabildiğine provokasyonlar yaptıkları, 28 Şubat
1997 sonrası ise dut yemiş bülbüle dönüp arazi oldukları konusunu ele
alabiliriz…
28 Şubat 1997 gününün ertesi sabah
televizyonlara çıkıp “Ey Erbakan sakın askere direnip ülkeyi bir
maceraya sürükleme! Bilesin ki seni destekleyen hiç kimse yok sen bir yalnız
adamsın!” diye çağrıda bulunan Refah Partisi Milletvekili Aydın
Menderes’e kimsenin, neden çıkıp da bir çift söz etmediğinin hesabının
sorulması gerekir.
İşleri güçleri şarlatanlık olan Şevki
Yılmaz, Halil İbrahim Çelik, Hasan Hüseyin Ceylan, Şükrü Karatepe gibilerini
bir yana bırakalım. Onlar zaten AKP’nin kapısından çevrilip Saadet Partisi
tarafından da dışlandılar. Yitirdikleri toplumsal itibarlarını, siyasi
konumlarını onları cezalarını çekmişe sayıp es geçebiliriz.
Ama halen, Millî Görüş’ün tek temsilcisi
Saadet Partisi’nin YİK Başkanlığı görevini uhdesinde tutan O. Asiltürk ve Genel
Başkan Baş Danışmanı konumunda bulunan Şevket Kazan’ın, bu, “Ey Erbakan
seni destekleyen hiç kimse yok sen bir yalnız adamsın!” hitabına
muhatap olup olmadıklarını irdelememiz gerekir.
Bu ikili 12 Eylül 1980 Darbesinden 6 gün
önce 6 Eylül 1980 günü Konya’da Kudüs Mitingi’ni, 28 Şubat 1997 öncesi ise
Sincan’da Kudüs Gecesi’ni tertipleyerek her iki darbenin tahrikçisi olarak
provokatör ajanlık yaptılar.
O. Asiltürk ve Şevket Kazan, kamuoyu
önünde yapılan bu hitap karşısında Aydın Menderes’e cevap olarak neden hiçbir
açıklama yapmadılar? Erbakan mı, sakın bir açıklama yapmayın diye
kendilerini tembih etti yoksa?
Bizlerin tanıdığı Erbakan’ın asla böyle
bir şey yapmayacağını bir kenara bırakalım. O. Asiltürk ve Şevket Kazan’ın
Erbakan’a itaati sadece onun adına iş çevirip sorumluluğunu ona atmaya,
kendisini yıpratmaya yönelik kullandıklarını, alabildiğine layüs’el
davrandıklarını da biliyoruz.
Aydın Menderes’in televizyonlara yaptığı
açıklama o süreçte Yenilikçi Hareket mensuplarının çok hoşuna gitmiş olmalıdır.
Erbakan’dan hiç destekleyeni olmayan bir yalnız adam olarak
söz edilmesi yenilik/değişim isteyen Recep Tayip Erdoğan’la arkadaşlarının
fazlasıyla hoşuna gitmiş olmalıdır.
Peki, daha önceki bütün ayrılma ve
kopuşlarda Erbakan’ın hep yanında kalan Ak Saçlılardan neden bir ses çıkmadı?
Onların da hoşuna mı gitti; yoksa korktukları için mi sustular?
Daha sonra Refah Partisi’nin ardından
Fazilet Partisi de kapatılınca Erbakan Saadet Partisi’ni kurdurduğunda;
Yenilikçiler AKP’yi kurmak için yollarını ayırırken Ak Saçlılar her zamanki
gibi yine yanında kaldılar.
Mademki Erbakan ile birlikte hareket
edeceklerdi neden Aydın Menderes’in iddiasını cevapsız bıraktılar? Erbakan’ın
yalnız olmadığına, yanında olduklarına, ne istiyorsa yapacaklarına dair bir
açıklama yapmadılar?
Süreci yakından izleyen bizler de çok
iyi biliyorduk ki Erbakan gerçekten yalnızdı, desteksizdi. Bir yanda Yenilikçi
Hareket içinde yer alanlar Erbakan’ı desteksiz bırakarak Tayip Erdoğan’ın
yanında yer almaya çalışıyorlardı. Diğer yandan Şevket Kazan ve O. Asiltürk
Erbakan’dan bir şekilde kurtulmak ve yerine geçmek için ayağını kaydırmanın
çabasını sürdürüyorlardı.
Aslında Yenilikçi Hareketi de daha
öncekiler gibi çeşitli manipülasyonlarla tetikleyenler, birçok insanı
dışlayarak, itip kakarak, tepki oluşturacak işler çevirerek, fitne fesat
çıkartarak ortamını sağlayanlar Şevket Kazan-O. Asiltürk ikilisinden başkası
değildi.
Pazara kadar değil mezara kadar sloganıyla Refah Partisi’ne katılan
Aydın Menderes ileriye dönük beklentileri olan biri olarak Erbakan’ın lideri
olduğu partisindeki yalnızlığını görüp tespit etmiş ve televizyonlara çıkıp
açıklamıştı. Bu tarihi tespit tamamen bir gerçekliğin ifadesiydi.
Erbakan’ı desteksiz bırakıp yalnızlaştırma
politikası Şevket Kazan, O. Asiltürk ikilisinin sürekli takip ettiği bir temel
strateji idi. Önce Millî Selamet Partisi’ndeki Nurcu milletvekillerini dışlayıp
ayrılmalarına neden oldular. Millî Selamet Partisi’nin ilk Genel Sekreteri
Gündüz Sevilgen’den sonra ayrılan milletvekillerinin sayısı 25’i buldu ki
tamamı 48 kişiydi. İlginçtir Gündüz Sevilgen ayrılınca Genel Sekreterlik
koltuğuna O. Asiltürk getirildi.
Şevket Kazan-O. Asiltürk ikilisi böylece
Nurcuları temizleyince bu defa Nakşileri hedefine aldı. Korkut Özal’ı Nakşiler
destekliyordu. Ağabeyi Turgut Özal İzmir milletvekili adayı gösterilince,
huzursuzluğu had safhaya çıkan ikili liderlik potansiyeli olan Korkut Özal’ı
hedef yaptı.
Sonunda Millî Selamet Partisi 1978 Büyük
Kongresinde ayrı bir liste çıkartan Korkut Özal ile de ipler kopma noktasına
geldi. Korkut Özal Erbakan’a karşı liderliğe oynamadı, listesindeki ekibe karşı
sadece bir ayrı liste ile çıktı. Yani Şevket Kazan-O. Asiltürk ikilisine karşı
bir liste çıkardı, ama az farkla kaybetti.
Bu ayrışma 12 Eylül 1980 sonrasında
ANAP’ın kuruluşuna yol açtı. Darbe yönetiminin Refah Partisi’nin 1983 genel
seçimine diğer bütün partilerle birlikte girmesine izin vermemesi Turgut Özal
liderliğindeki ANAP’ın tek başına iktidar olmasını sağladı.
ANAP iktidarı ve lideri Başbakan Turgut
Özal has be has bir 12 Eylül 1980 Darbesi ürünüydü. Başbakan Özal hile
rejimi ve köle düzeni ekonomik sistemini tahrip ederek gerçek anlamda
Türkiye’ye çağ atlattı. Türkiye’yi dünyaya açan Başbakan Özal dev yatırımlar
gerçekleştirdi ve telekomünikasyonda devrim yaptı. İhracat ve turizmdeki
patlama Türkiye’yi uçuşa kaldırdı…
Bu yüzden, şimdi Başbakan Erdoğan ve AKP
iktidarını hedefine koyan malum çevrelere Özal hedef oldu. Aleyhine aile boyu
dehşet karalama kampanyaları başlattılar. Erbakan da eleştirip yerden yere
vurmak zorunda kaldı. Tıpkı Başbakan Erdoğan ve AKP iktidarına yaptığı gibi!
Turgut Özal Cumhurbaşkanı seçilip Köşk’e
çıkınca, ANAP’ı emanet ettiği Yıldırım Akbulut’tan alıp Mesut Yılmaz’a teslim
ettiler. Turgut Özal’a suikast tertipleyen Ergenekon derin devletinin bunu
gerçekleştirdiğini düşünmek zor değildi. Nitekim Özal Köşk’te de rahat
bırakılmayıp işini orada bitirdiler.
Turgut Özal’ın vefatı üzerine Erbakan
Refah Partisi’ni seferber ederek Kocatepe Camiindeki cenaze törenine muazzam
bir kalabalık sağladı. Bununla yetinmeyerek İstanbul’daki cenaze törenine de o
zaman Refah Partisi İl Başkanı olan Tayip Erdoğan’ı yanına alarak muhteşem bir
kortej oluşturdu.
Böylece Erbakan bir taşla iki kuş
vuruyordu: Biri, yıllarca yürütülen karalama kampanyalarına hedef yapılarak
yıpratılan, gözden düşürülen Turgut Özal’a muazzam kalabalıklar sağlayarak
gerçekleştirdiği cenaze töreni ile malum çevrelere nispet yaptı, ülkeye hizmet
edenlerin halkın sevgisine mazhar olduğunu gösterdi.
Diğeri ve asıl önemlisi, Mesut Yılmaz’a
teslim edilen ANAP’ın ülke aleyhine kullanılacağından emin olduğu için, dört
eğilimin birleştirilmesi projesi ile Millî Selamet Partisi’nden
koparılan seçmen kitlesinin Refah Partisi’ne geri dönüşünü sağladı.
İlk seçimde Millî Selamet Partisi’nin %
12 oyunun % 4’ünü alan Refah Partisi, ANAP’a % 8 oy kadar oy kaptırmıştı. Refah
Partisi’nin sokulmadığı 1983 Seçiminde Millî Görüş oyları tümüyle ANAP’a
gitmişti.
Erbakan’ın, ANAP’a giden Millî Görüş
oylarını Turgut Özal’dan sonra geri alabilmek amacıyla yaptığı bu jest son
derece etkili oldu. Refah Partisi hızlı bir yükselişe geçerek 1994’te yerelde,
1995’te genel seçimde birinci parti oldu.
Şimdi de, Tayip Erdoğan’dan sonra Saadet
Partisi’nin, AKP’ye giden Millî Görüş oylarını geri alabilmesi için benzeri bir
yaklaşım sergilemesi gerekir. Gezi Parkı eylemcilerinden daha sert bir
muhalefet sergileyerek Saadet Partisi AKP’ye giden Millî Görüş oylarını geri
alamaz.
Şevket Kazan-O. Asiltürk ikilisinin
Millî Görüş partilerinde tefrika ve kopmalara yol açan, fitne- fesat kumkuması
gibi ürettikleri sorunlar, tahrikler konusuna geri dönersek; Nurcular, Nakşiler
gibi Süleymancıları da kırıp küstürerek uzaklaştırdılar…
1977 Genel Seçimi öncesinde Erbakan
Süleymancılarla görüşmeler yapmak için O. Asiltürk’ü görevlendirdi. Demirel
sadece Kemal Kaçar’ı milletvekili seçtiriyordu. Erbakan daha çok adayı
Süleymancılardan gösterelim diyordu.
Zaten, neredeyse tamamı Süleymancılardan
olan 20 bin vekil imamın asaletini sağlayan yasa çıkartarak CHP-MSP Koalisyon
Hükümeti döneminde büyük bir iyilik etmişti. Gerçi Erbakan’ın amacı bir büyük
kitlenin mağduriyetini ortadan kaldırmaktı, ama Süleymancılar Cemaatinin bir
jest olarak görüp Adalet Partisi yerine Millî Selamet Partisi’ne destek
olmaları için bir nedendi.
Görüşmeleri yürüten O. Asiltürk her ne
yaptıysa, Süleymancılar çılgına dönüp küplere bindiler ve ateş püskürttüler.
1977 Genel Seçiminde Nurcular ve Süleymancılar atlarını itlerini nallayıp Millî
Selamet Partisi aleyhine çalışıp Adalet Partisi için koşturdular.
Hiç şüphesiz ki Erbakan O. Asiltürk’ü
Süleymancılarla görüşmek üzere görevlendirirken neleri yapabileceğini öngöremez
değildi. Nurculara, Nakşilere, Süleymancılara ve bütün cemaatlere bu ikilinin
alerjileri vardı.
Çünkü kendileri bir toplumsal destekten
yoksun, münferit kişilerdi. Bu yüzden, cemaat desteği olanlara karşı güçsüz,
etkisiz duruma düşüyorlardı. Bütün dayanakları Erbakan idi. Erbakan’a her
istediklerini yaptırıyorlardı. Erbakan’ın onlar için neredeyse harcamadığı
kimse kalmadı!
Erbakan’ın onlarla ters düşüp de
harcamadığı sanırız bir tek biz El-Azizciler idik. Erbakan’dan koparmak için
Erbakan adına ne işler çevirdiler ama bizler artık onların uzmanı olmuştuk. Ne
var ki bu ikili bizlerin hiçbir görev almamıza müsaade etmedi. Erbakan kaç kez
gayet sıradan görevler verdiyse engellediler.
Erbakan bizlere birtakım görevler verirken
onların engelleyeceğini biliyordu. Amacı bizlerin bu ikiliyi tanımamızı
sağlamaktı. Nihayet bunu anladığımızda Erbakan bizlere hiçbir görev verme
arzusu izhar etmedi. Ancak onlar için bu yeterli değildi. Erbakan’la
görüşmemize mani olmaya da başladılar.
Balgat’a girmemizi, Erbakan’a
yaklaşmamızı, elini öpmemizi engellemek için tedbirler almaya, genel merkez
görevlilerini bunun için görevlendirmeye kalkıştılar. Artık Erbakan’la
görüşmeye her gittiğimizde adeta bir meydan muharebesine girişip kazanmamız
gerekiyordu. Sadece her yaz Altınoluk’ta sorunsuz ziyaret edebiliyorduk.
Erbakan’ın tek yapabildiği şey bazen
görüşmemize imkân, fırsat oluşturmak, birtakım yollarla kolaylık sağlamaktan
ibaretti. Ama Erbakan’ın yanında bizlere asla ses çıkartmazlardı. Çünkü bizden
yana tavır koyacağını bilirlerdi.
Kendilerini deşifre ettiğimizi
bildikleri için bizlerden son derece tedirgin oluyorlardı. Kim selam verse,
alaka gösterse mimleyip görevlerine son veriyorlardı. Kendileri bizzat doğrudan
bizlerle çekişmez, tartışmazlardı, hep genel merkez görevlilerini karşımıza
çıkartırlardı.
Genel merkez çalışanları Erbakan’ı değil
onları dinlerlerdi. Birinin görevine son verilebilmesini Erbakan’ın onayı ile
gerçekleştirirlerdi. Ancak herkes bilirdi ki onların görevden almak istediği
bir kişiye kim olursa olsun Erbakan sahip çıkmaz. Bu, prosedür gereği,
Erbakan’ın da istediği bir uygulama şekli değildi. Çünkü Erbakan’ı seven,
muhabbet eden kimseyi barındırmazlardı.
En son Yenilikçi Hareketi tezgâhlayıp
Tayip Erdoğan ve arkadaşlarını baştan çıkartıp ayrılığa yol açan da bu
ikiliydi. Erbakan Refah Partisi’nden sonra Fazilet Partisi de kapatılınca
Saadet Partisi’ni kurarken yetkili, ilgili bütün herkesi önce Konya’da, sonra
Burdur’da bir 5 yıldızlı otel kapattırıp tahsis ederek aralarında anlaşmalarını
istedi.
Katılmadığı bu toplantılarda Erbakan’ı
yine bu ikili temsil etti. Sonuçta O. Asiltürk gazetecilere yaptığı
açıklamada “Ya Erbakan’ın elini öpüp her dediğini yaparlar, ya da çekip
giderler” diyerek provokatörlüğün dik alasını sergiledi.
Elbette ki Erbakan bu ikilinin ne yapmak
istediğini bilmiyor olamazdı. Bu yüzden kendi planını onların planı içerisinde
onların çabası, gayreti ve imkânları ile gerçekleştirdi. Sonuçta ANAP’a
yaptığını AKP’ye de yaptı. Tek başına iktidar olunca millî derin devlet
aracılığıyla kontrol etti.
Şevket Kazan-O. Asiltürk ikilisi
istemediği halde Millî Görüş’te gerçekleşen tek kopuş, Numan Kurtulmuş’un en
son ayrılıp Has Parti’yi kurmasıydı.
Görünüşte bu ikili Numan Kurtulmuş’a da
karşı çıkıp yine Erbakan’ın yanında yer aldı. Ancak bu kez amaçları Numan
Kurtulmuş’u değil, karşısında Erbakan’ı yenilgiye uğratarak köşesine çekilmek
mecburiyetinde bırakmaktı.
Numan Kurtulmuş’u vesayetinden kurtarıp
Erbakan’ı köşesine çekilmek zorunda bırakırlarsa, kendileri de köşelerine
çekilecekti. Şevket Kazan “Millî Görüş tarihini yazacaktı” Recai Kutan da
“torunlarına bakacaktı”, olmadı.
Bu yüzden bütün çocuklarını MKYK
listesine koymak için diretip Numan Kurtulmuş karşısında Erbakan’ı haksız,
ayıplı konuma getirerek zor durumda bırakmaya çalıştılar. Erbakan böylece
çocuklarını Saadet Partisi’nden önde tutan bir nahoş görünüm içine sokuldu.
Ama Erbakan sonuçta onları kurdukları
tezgâha getirerek siyaset tarihine geçecek adamakıllı bir ders verdi. Numan
Kurtulmuş’un dönüşsüz biletini kesip Millî Görüş’ten alakasını koparttı.
Numan Kurtulmuş’un Has Parti’yi kapatıp
AKP’ye katılması ile Saadet Partisi şirret rakibinden kurtulmuş oldu. Yahudi
Numan Kurtulmuş’u Tayip Erdoğan’ın yerine getirme hesabı yaparken millî derin
devlet ise Kemal Derviş’in kellesini Deniz Baykal’a yedirdiği gibi, Tayip
Erdoğan da onun kellesini yesin istedi. Bakalım kimin tezgâhı daha güçlü,
göreceğiz.
Erbakan Numan Kurtulmuş belasından
kurtararak Saadet Partisi’ne değeri biçilemeyecek bir büyük iyilik yaptı.
Şevket Kazan da Numan Kurtulmuş ile birlikte ağır darbe aldı. O. Asiltürk’ü ve
onun çömezi Mete Gündoğan’ı bertaraf etmek artık çok zor olmasa gerek.
>>>>>O<<<<<
-
Saadet Partisi Futbol Kulübü Kongresi’nde fanatiklerin oylarıyla İngiliz Temel yeniden başkan seçildi!
-
Erbakan Osmanlı’yı yıkan Siyonist planı anlatıyor
-
Gerçeklerin mutlaka bir şekilde su yüzüne çıkma gibi bir huyu var
-
“Allah kime yardım ederse ancak O galip gelir”
-
Millî Gazete’nin Haber Yaptığı Erbakan’ın Vasiyeti Neden Açıklanmadı?
-
Erbakan ile dalga geçmişlerdi, hepsi bir bir gerçekleşti
-
Kongre istişaresi yapan Saadet Partisi YİK Üyeleri