Oğuzhan Asiltürk’e Göre Kudüs’te Ağlama Duvarı Önünde Dua Eden, Kökten Dinci Yahudilerle Poz Veren İlker Başbuğ ABD Karşıtı Vatansever General!
Editör'ün yazısı...

İlk yayınlanma tarihi: 28 Ocak 2012
Bir televizyon
kanalında "Ergenekon, altını çizerek söylüyorum, Türk ordusunda
TSK içinde Amerikan karşıtlarının tasfiyesidir. Nokta ve bir de ünlem
koyuyorum…” şeklinde konuşan Oğuzhan Asiltürk aslında Ergenekon derin
devletinin Millî Görüş partilerine yerleştirdiği bir kripto Ermeni’dir.
Ergenekon’a sahip çıkıp davaya karşı çıkmasının nedeni budur.
Bakın nasıl olduğunu
bir kez daha ayrıntılı anlatalım…
Erbakan Millî Görüş
hareketini bir çiçekle yaz gelmez diyenlere inat, tek başına
başlattığında; Türkiye İslam ve Müslümanlar açısından kışın dehşet günlerini
yaşıyordu…
Siyonizm’in, arka arkaya çıkardığı birbirinden kanlı iki dünya savaşı sonrası 1945’te düzenlediği Yalta Konferansında kurduğu Birleşmiş Milletler çatısı altında ABD ve SSCB’ye temsil ettirdiği iki kutuplu dünya düzeni gücünün zirvesinde idi…
Osmanlı Devletini yok
yere Birinci Dünya savaşına sokarak birçok cephede birden savaştırdıktan sonra,
İngiliz İşgal Kuvvetleri ile işbirliği içerisinde Türkiye Cumhuriyeti’ni Baas
Partilerinin prototipi CHP’nin tek parti rejimi şeklinde kuran İttihat ve
Terakki zihniyeti İslam’ı suç, Müslüman’ı suçlu durumuna getirip sokmuştu…
Yalta Konferansında
alınan kararlar gereği SSCB liderliğindeki Doğu Bloku ülkelerinde tek partili
komünist rejimler, ABD liderliğindeki Batı Bloku ülkelerinde sağ ve sol iki
parti liderliğindeki partiler yelpazesi tarafından yönetilmekteydi. Her iki
sistem de demokratik olduğuna vurgu yapıyordu.
Kurduğu iki kutuplu
dünyanın bir bölümünde yalnız komünist partiler, öteki bölümünde sağ ve sol partilerden
oluşan bir sistem oluşturması Siyonizm’in nihai hedefinin komünist bir dünya
kurmak olduğunun ipuçları gibiydi. Tüm dünyada sol partiler
sürekli güçlenirken sağ partiler geriliyordu. Komünizm
eğiliminin arttığı bu süreç, dünya için öngörülen asıl sistemi
gösteriyordu…
İki kutuplu dünya
düzeni yürütülemeyince soğuk savaş dönemine son verip detant (yumuşama)
ilan ederek SSCB’yi kontrollü şekilde tasfiye ettikten sonra ABD’yi tek süper
güç yapmaya ve tek kutuplu Yeni Dünya Düzeni kurmaya çalışan
Siyonizm’in, başarılı olamayınca Çin’i süper güç yapmaya çalışması gösteriyor
ki idealindeki dünya sistemi hala komünizmdir!
O zaman Türkiye’de de
durum farklı değildi... Yalta Konferansında alınan karalar gereği, Batı Bloku
içerisinde kalan ve 1946’dan itibaren çok partili rejime geçen Türkiye’de
milletin büyük nefretini kazanan CHP tükenme noktasına gelirken, içinden çıkan
İttihatçı kadroların kurduğu Demokrat Parti yalnız başına iktidar oldu.
Demokrat Parti,
CHP’nin öfke ve şiddet yüzü yerine Müslümanlara karşı güler yüz gösterirken
daha sistematik ve örtülü bir İslam düşmanlığı politikası yürüttü…
İsmet İnönü’nün
birtakım revizyonlarla yozlaştırdığı Atatürkçülüğü tekrar orijinal haline
getiren Demokrat Parti, fakir milletin bütçesinden ayırdığı ve illerin
belediyelerinden seyyanen aldığı yüklü miktarlarla sağlanan muazzam paraları
harcayıp TBMM binası yerine Anıtkabir yaptırdı. Demokrat Parti işte böyle
demokrattı!
İsteyenin ezanı Arapça
okumasına da müsaade edilmesine karşın Müslüman dindarları cezalandıran 163
sayılı ceza kanununu, yine sadece Müslümanları hedefine alan ve öyle de
uygulanan 5816 sayılı Atatürk’ü Koruma Kanununu Demokrat Parti iktidarı
çıkardı…
Bu yüzden tek partili CHP iktidarına karşı direnen ve daha da bilinçlenen Müslümanlar Demokrat Parti iktidarının göz boyayan örtülü din düşmanlığı karşısında tamamen eriyip tükendiler.
Böylece hile rejimi ve köle düzeni Demokrat Parti
iktidarında güçlendirilip olgunlaştırıldı.
Çünkü mürteci,
yobaz, örümcek kafalı gibi aşağılamalara, psikolojik savaşa çok
partili dönemde de hedef yapılan Müslümanlar bu kez CHP ve DP’nin çapraz
ateşine tutuldular…
27 Mayıs 1960
darbesiyle devrilen sağcı liberal-kapitalist DP iktidarından
sonra CHP koalisyonlarla da olsa yeniden iktidara getirildi. Yapılan anayasa
ile sol düşüncelere elverişli ortam hazırlandı.
Solcu partilere,
sendikalara, derneklere devlet desteği sağlandı… Ortanın solu diyen
İsmet İnönü CHP Genel Başkanlığından düşürülerek yerine aşırı sol ve sosyalist söylemi
ile Bülent Ecevit getirildi.
Yani Türkiye’de sol güçlendirilerek sağ zayıflatılma
sürecine sokuldu. Bu da Siyonizm’in sağ-sol kavgasıyla
insanlığı, dinden, inançtan uzaklaştırarak ikisi de materyalist olan kapitalist
ve komünist sistemlerin diyalektik mücadelesi sürecinde nihayet
komünistleştirmeyi hedeflediğini gösteren bir olgu idi.
Erbakan, Siyonizm’in
tamamen hâkim olduğu ve insanlığı komünizme doğru sürüklediği bir dünyada,
şiddetli bir sağ-sol mücadelesinin siyasete hâkim
olduğu bir Türkiye’de Millî Görüş hareketini başlatıyordu…
Ayrıca diğer dünya
ülkelerinden farklı olarak Siyonizm’in Müslüman toplum üzerinde, İttihatçı
Sabetayist Yahudilere kurdurduğu hile rejimi ve köle düzeni zümre
oligarşisinin hâkim olduğu bir Türkiye’de katıksız İslam diye
nitelediği Millî Görüş’ü üstelik antisiyonist bir söylemle başlatıyordu…
Böyle bir ortamda, tek
başına hareket etmek zorunda bulunan bir şahsiyet böyle bir siyasi hareket
başlatırken elbette ki gayet sofistike planlar ve programlar yapması, gün
görmedik, yakası açılmadık birtakım yollar ve yöntemler kullanması gerekirdi…
Üstelik hiçbir dini
tahsili ve kariyeri bulunmayan motor kürsüsü profesörü bir kişinin İslami bir
hareketin liderliğine soyunması, inandırıcı olup toplum desteğini arkasına
almaya çalışması işini zorlaştıran ilave bir handikaptı.
Erbakan, işte beşer
takatinin asla altından kalkamayacağı böyle muazzam bir yükün, dayanılmaz bir
sorumluluğun altına giriyor, erişilmez bir hedefin ardına düşüyordu…
Çünkü Erbakan, Dünya
Siyonizm’i ve onun Türkiye uzantısı Sabetayist Yahudi zümre oligarşisinin
kurduğu hile rejimi ve köle düzeni statükosuna karşı mücadele
vererek Millî Görüş’ü Türkiye ve İslam Âlemine, sonra tüm dünyaya hâkim kılmayı
hedefine koymuştu...
Kurduğu ilk Partisi
Millî Nizam’ın şeriatçı suçlamasıyla Anayasa Mahkemesi
tarafından kapatılması İslami kariyer sorununu bir çırpıda çözüverdi. Artık
inançlı, samimi Müslümanlar Erbakan’ı İslamî lider olarak benimseyip bağrına
basmada, tam güvenmede tereddüt etmediler…
Ama daha önünde aşması gereken dağlar gibi engeller, yürümesi gereken dikenli, mayınlı, pusu kurulmuş tehlikeli uzun yollar vardı. Önce bir kere Siyonizm’in en güçlü, tüm kurum ve kuruluşlarına tam hakîm olduğu bir ülkede Siyonizm karşıtı bir parti kurmak ve faaliyet yapmak, durumu bilen biri için hayalini bile yapmak olacak şey değildi…
İsrail aleyhtarı
antisiyonist söylemine son vermez ve önceki konuşmalarını da tashih etmezsen
partini kapatırım tehdidinde bulunan ve ABD Yahudi Cemaati temsilcisi olduğunu
söyleyen Musa Saffet Bayramaşık adlı Dönme blöf yapmamış, gerçekten Millî Nizam
Partisi’ni kapattırmıştı.
Erbakan, Millî Selamet
Partisi’ni kurup 1973 Genel seçimine soktuğuna ve çıkardığı 48 milletvekili ile
oluşturduğu Meclis Grubu ile ilki CHP ile olmak üzere 3 koalisyon hükümetinde
yer alarak 4 yıl aralıksız iktidar ortağı olduğuna göre demek ki Musa Saffet Bayramaşık
ile bir şekilde uzlaşmıştı!
Peki, ama Erbakan
İsrail karşıtı antisiyonist söylemini sürdürerek siyaset yapmaya devam ettiğine
göre, Musa Saffet Bayramaşık’ın temsil ettiği ABD Yahudi Cemaatine nasıl bir
taviz ve teminat vermiş olabilirdi?
Erbakan’ın ilk
emanetçisi, Millî Selamet Partisi Kurucu Genel Başkanı Av. Süleyman Arif
Emre’nin şahit olduğu ve SİYASETTE 35 YIL kitabında yer
verdiği şu diyalogdan bunu çıkartmak mümkündür:
-Hoca, beni Amerika’da Washington’daki dünya Yahudi liderleri vazifeli olarak size gönderdi. Sizin partinizin gelişmesini dikkatle takip ediyorlar. Onlar Türkiye’de sizin partiniz gibi milletiyle bütünleşebilecek güçlü bir siyasi iktidarın kurulmasını müspet karşılıyorlar. Çünkü böyle olduğu takdirde Türkiye haliyle, İsrail’i komünist Rusya’ya karşı koruyan, araya çekilmiş bir sedd-i Çin vazifesini yapmış olacak. Ancak sizden bir önemli istekleri var. Siz her konferansınızda, Dünya Siyonizm’ine, masonluğa ve onun yan kuruluşları olan Lions ve Rotary kulüplerine çatıyorsunuz. Bundan liderler son derece rahatsız oluyorlar. Bu aleyhteki kampanyadan vazgeçmenizi istiyorlar. Aksi halde partinizin siyasi hayatına son vermek zorunda kalacaklar…
Hoca cevap olarak:
-Mademki bizim iktidar
olmamız onların arzu ettiği bir şey, o halde hissi sebeplere kapılmayıp, bizim
konuşmalarımızı müsamaha ile karşılamaları gerekir. Böyle bir şeye
katlanmaları, sonunda temin edecekleri yarar karşısında, önemsiz bir fedakârlık
olur.
-Hayır, kesinlikle bu
tür konuşmaları istemiyorlar…”
-Diyelim ki bundan
sonra bu konulara hiç girmeyeceğiz. Bu onlara yetmez mi?
-Hayır, yetmez, daha
önceki konuşmaları tekzip edecek şekilde, onların istediği mahiyette
açıklamalar yapmanız lazım… (Sayfa: 216)
Süleyman Arif Emre’nin
şahit olduğu Erbakan ile Musa Saffet Bayramaşık arasındaki bu konuşma
sonrasında Millî Nizam Partisi Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılıyor.
Erbakan yerine Millî Selamet Partisi’ni kuruyor!
Ancak Erbakan ne
İsrail karşıtı antisiyonist söyleminden vazgeçiyor ne de eski söylemlerini
tekzip ediyor. Bunu nasıl yapabildiğinin sırrı Erbakan’ın şu sözlerinde saklı
olsa gerek:
“Mademki bizim iktidar
olmamız onların arzu ettiği bir şey, o halde hissi sebeplere kapılmayıp, bizim
konuşmalarımızı müsamaha ile karşılamaları gerekir. Böyle bir şeye
katlanmaları, sonunda temin edecekleri yarar karşısında, önemsiz bir fedakârlık
olur.”
Peki, Erbakan buna
karşı Musa Saffet Bayramaşık’ın temsil ettiği Yahudi liderlere nasıl bir
teminat vermiş olabilir?
Erbakan’ın
verebileceği, Yahudi liderlerin razı olabileceği, aklın, mantığın kabul
edebileceği tek teminat ancak şu olabilir:
Benim siyasi söylemime
izin verin; kurulacak partinin yönetimine kendi adamlarınızı yerleştirin.
Onlar, partimiz iktidar olduğunda sizin arzu ettiğiniz şekilde amaçlarınıza
hizmet etsinler!
Bunun dışında
Erbakan’ın Siyonist liderleri razı edebilecek bir taviz veya teminat vermesi
muhaldir, söz konusu değildir.
İşte Sabetayist
Masonik meydanın Ak Saçlılar ismini verdiği kişiler ABD’li
Yahudi liderlerin Türkiye temsilcisi Musa Saffet Bayramaşık adlı Dönme tarafından
önerilerek Millî Selamet Partisi yönetimine getirilenlerdir…
Peki, Erbakan,
Yahudilerin adamlarını yönetimine getirerek bir parti kurup bununla İslam’a ve
Türkiye’ye ne yarar sağlayabileceğini düşünüyor olabilirdi?
Erbakan daha önce
Yüksek Askeri Akademisinde ders verirken ordu içinde bir millî derin
devlet çekirdeği oluşturmuştu. O sıralar zaten Türk Silahlı Kuvvetleri
içerisinde çeşitli odakların, cuntaların kurulması modaydı… Bu yüzden
Erbakan’ın da bir odak oluşturması zor değildi.
Erbakan devleti bu
ordu içerisindeki odak üzerinden ele geçirip stratejik önemdeki icraatlarını
yapmayı planlıyordu. Ancak siyasi söylemini topluma yansıtması için bir siyasi
partiye mutlaka ihtiyaç vardı.
Siyasi söylemini Millî
Selamet Partisi üzerinden örgütsel yapılanmalarla topluma yaymak, yansıtmak
için Erbakan Millî Görüş söyleminden taviz vermeden yönetim kadrolarının
Yahudilerce doldurulmasına razı oldu!
Aslında tek başına ve
sıfırdan bir siyasi hareket başlatan Erbakan’ın parti yönetimlerine
getirebileceği yetişmiş, bilinçli bir kadro da yoktu. İşleri en iyi Sabetayist
unsurlara ancak gördürebilirdi.
Zaten yönetime
getirilen bu unsurlar daima, Erbakan harcanacak, parti bize kalacak düşüncesi
ve umudu ile hareket ettiler. Bu yüzden de canla başla çalıştılar.
Ancak Erbakan Millî
Görüş partilerinin hızlı büyümesini, tek başına iktidar olmasını istemediği
için hep frenledi, dolaylı şekilde engelledi.
Birlikte hareket
ettiği ordu içerisindeki millî derin devlet örgütü her
darbeden sonra Millî Görüş kadrolarını ve tabanını merkeze alan siyasi partiler
kurulmasını sağlayarak Erbakan’ın kontrolüne, dolaylı yönetimine sokuyordu…
12 Eylül 1980 darbesi
sürecinde Turgut Özal liderliğinde kurulan ANAP’ın tek başına iktidar olması,
ülkede gerçekleştirdiği değişim, dönüşüm ve büyük kalkınma hamleleri bu sayede
mümkün oldu. Başbakan Özal Erbakan tarafından yönetilen millî derin
devlet kontrolüne girdiği için suikast girişimine muhatap oldu!
Erbakan’ı diskalifiye
etmek ve millî derin devlet yapılanmasına son vermek için
ABD’de planlanan 12 Eylül darbesi tam aksine Erbakan’ın kontrolüne girdiği için
artık orduya güvenilemedi. Bu yüzden 28 Şubat post modern darbesi planlanırken BU
KEZ SİLAHSIZ KUVVETLER denilerek sermaye, siyaset, medya ve sivil toplum
kuruluşları ile birlikte çok geniş bir cephe oluşturuldu.
Büyük sermaye ve
medyanın öncülük ettiği, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit ve Mesut Yılmaz’ın
içinde yer aldığı, beşli çete denilen sivil toplum kuruluş
liderinin destek verdiği 28 Şubat cephesi Ordu içindeki millî derin devlet yapılanması
sayesinde Erbakan tarafından darmadağın edildi. Hem de Refah Partisi Erbakan’ı
desteksiz, yalnız bıraktığı halde!
Bugüne kadar El-Aziz
gazetesi dışında hiç kimsenin hiçbir şekilde sözünü etmediği şu olay bu
gerçekliği tarihin sayfalarına kazımıştır:
28 Şubat günkü 9
saatlik rekor uzunluktaki Millî Güvenlik Kurulu toplantısı sonrası ertesi sabah
televizyonlara çıkan Refah Partisi milletvekili Aydın Menderes Erbakan’a şöyle
sesleniyordu:
“Sakın ha askere
direnerek ülkeyi bir maceraya sürüklemeyesin. Senin yanında hiç kimse yok,
yalnız bir adamsın!”
Televizyonlarda
sürekli yayınlanan bu çağrı karşısında ne 54. Hükümette bakan olarak yer alan
Refah Partili Ak Saçlılar, ne onca büyükşehir, il belediye başkanı,
ne 158 milletvekilinden hiçbiri, ne de il teşkilatlarından herhangi bir kişi
çıkıp da Aydın Menderes’e cevap vermedi. “Ne demek Erbakan yalnız;
kimse yanında yok? İşte biz buradayız!” demedi…
Söylemleri ve
eylemleriyle 28 Şubat sürecine gerekçe hazırlayan, çanak tutan anlı şanlı
hatipler, provokatör ajanlar da o gün dut yemiş bülbüle döndüler…
Oysa tankların
yürütülmesine gerekçe hazırlayan Refah Partili Sincan Belediye Başkanı Refah
Partili Adalet Bakanı tarafından hapiste ziyaret edildi!
Zaten Aytunç Altındal
Günaydın Gazetesi adına 1993 yılında Refah Partisi Genel Başkanı Erbakan ile
bir röportaj yapıp yayınladı. Erbakan röportajda “Karşıtlarımız Refah
Partisi’ni iktidar yapmak istiyor” deyince Aytunç Altındal “Niye, iktidar
olmaktan korkuyor musunuz?” diye soruyordu…
Erbakan buna “Hayır,
korkmuyorum ama hasımlarımızın bizi iktidar yapmaya çalışması sizce de ilginç
değil mi?” şeklinde bir karşı soru ile cevap veriyordu…
Amaç, Refah Partisi’ni
iktidar yapıp ondan sonra ülkeyi ayağa kaldırarak post modern darbeye muhatap
kılmak ve Erbakan’ı tasfiye edip Ak Saçlı ekibe Millî Görüş’ü teslim
etmekti.
Normalde büyükşehir ve
il belediyelerinin çoğunu ele geçirmiş olan Refah Partisi’nin sonraki genel
seçimde tek başına iktidar olması kaçınılmazdı.
Ancak Erbakan sürekli
frenleyerek tek başına iktidar olmasını önleyip Refah Partisi’nin birinci parti
olmasını ve koalisyon ile hükümet kurmasını sağladı.
Eğer Refah Partisi tek
başına iktidarda olsaydı 28 Şubat süreci çok daha tahripkâr olabilirdi. Ülkenin
kontrolünü elinden kaçıran Erbakan’ın Refah Partisi de elinden alınır Ak
Saçlı ekibe teslim edilebilirdi.
Bu yüzden Anayasa
Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden yaş haddini doldurup emekli oluncaya kadar
Refah Partisi’ni kapattırmadı. Millî derin devlet görevi Ahmet
Necdet Sezer devralınca ona kapattırdı; Ak Saçlılar ya
da Yenilikçi Hareketin eline geçmesini önledi. Fazilet Partisi
de Erbakan’ın kontrolünden çıkmak üzere iken kapattırıldı…
Erbakan tıpkı ANAP
için yaptığı gibi Millî Görüş partisinin küçültülerek Tayip Erdoğan ve
arkadaşlarının kurduğu AKP’nin tek başına iktidar olması planını yapıyordu,
öyle de oldu.
Millî Görüş
partilerinden biri tek başına iktidar olsaydı Ak Saçlı ekip
Erbakan’a fırsat vermez, değişim dönüşüm için adım attırmazdı. Böylece büyük
bir fiyasko yaşanıp Müslümanların bütün umutları kırılırdı.
Bu yüzden Erbakan her
darbe sonrasında Millî Görüş içerisinde yetişen kadroların ayrılarak kurdukları
partilerin iktidar olması için gerekenleri yapıyor, değişimi, dönüşümü ve
ülkeye hizmetleri onlara yaptırıyordu.
Turgut Özal ANAP’ın
tek başına iktidarında ülke ekonomisini Yahudi ailelerin tekelinden kurtarıp
dışa açarak Türkiye’ye gerçekten çağ atlattı.
Recep Tayip Erdoğan
ise tek başına AKP iktidarında devletin kalelerini bir bir Sabetayist Yahudi
unsurların kontrolünden kurtarıp statükoyu tasfiye ederek Türkiye’yi bölgenin
lideri bir küresel güç haline getirdi.
Hile rejimi ve köle
düzeni yapılanmasına ait Ergenekon derin devletinin unsurları yargı önüne
çıkartılırken Millî Görüş’ün 40 yıllık mücadelesi de artık geri dönülmez
noktayı tamamen aşmış oldu. Bu nedenle Erbakan aslında Millî Görüş inkılâbını
mecrasına koyup kaçınılmaz şekilde yürütülüp tamamlanmasının tüm
mekanizmalarını oluşturdu ve öyle hayata veda etti.
Ancak Erbakan son
nefesini Saadet Partisi Genel Başkanı olarak verdi. Bu Millî Görüş’ün asıl
temsilcisi olan Saadet Partisi’nin Ak Saçlıların eline asla
bırakılmaması içindi.
Numan Kurtulmuş’un
genel başkanlığı sürecinde Erbakan’ın vesayetinden, gölgesinden, müdahalesinden,
etkisinden, emanetçiliğinden şikâyet edip duran çevreler; şimdi
Mustafa Kamalak’ın Genel Başkanlığı sürecinde Oğuzhan Asiltürk’ün Saadet
Partisi yönetimini avucuna alıp tam despotça yönetmesine gıkını çıkartmıyorlar!
Oğuzhan Asiltürk
Saadet Partisi’ne kabul edilemez hatalar yaptırarak, hiç bağdaşmayan Millî
Görüş karşıtı söylemler dillendirerek şimdiye kadar başaramadığı tahribatı
büyük bir hırsla yapmaya çalışıyor ama artık çok geç...
Elbette ki Saadet
Partisi, Musa Saffet Bayramaşık adlı Dönme’nin Millî Görüş partilerine
yerleştirdiği demirbaş unsurlara bırakılmayacaktır. Ne var ki Millî Görüşçüler
bir kez daha bu tekrarlayıp duran fitne ile imtihan edileceklerdir.
>>>>>O<<<<<
-
Saadet Partisi Futbol Kulübü Kongresi’nde fanatiklerin oylarıyla İngiliz Temel yeniden başkan seçildi!
-
Erbakan Osmanlı’yı yıkan Siyonist planı anlatıyor
-
Gerçeklerin mutlaka bir şekilde su yüzüne çıkma gibi bir huyu var
-
“Allah kime yardım ederse ancak O galip gelir”
-
Millî Gazete’nin Haber Yaptığı Erbakan’ın Vasiyeti Neden Açıklanmadı?
-
Erbakan ile dalga geçmişlerdi, hepsi bir bir gerçekleşti
-
Kongre istişaresi yapan Saadet Partisi YİK Üyeleri