İlk yayınlanma tarihi: 27 Eylül 2011
Farklı kaynaklardan bize ulaşan haberlere göre Bursa’daki yazlığında ziyaretçilerine hitap eden Oğuzhan Asiltürk kelimenin tam anlamıyla Erbakan’a verip veriştirmiş. Erbakan’a vefatından sonra bunu yapması nedeninin siyasi olduğunu gösteriyor.
Önce Bay Asiltürk neler demiş bir bakalım: Erbakan partiye ait mal varlığını aile mensupları üzerine geçirdi. Bana da 30 bin $ borç taktı. Ailesi ödemiyor… Ben Millî Görüş lideriyim isteyen itaat eder, etmek istemeyen çeker gider…
Sabetayist Masonik medya çevreleri her zaman temcit pilavı gibi şunu tekrarlayıp dururdu: Ak saçlılardan Şevket Kazan ve Oğuzhan Asiltürk bunca yıldır, Millî Görüş partilerinin yaşadığı onca ayrılık ve kopma olayına rağmen Erbakan’a ölümüne bağlı kalan, vefakâr davranan, dünya yıkılsa yanından ayrılmayan sadakat timsali dava arkadaşlarıdır.
Bunları derken bu ikilinin ABD Yahudi Cemaati Temsilcisi Musa Saffet Bayramaşık adlı Dönmenin, Anayasa Mahkemesince kapatılan Millî Nizam Partisi yerine Millî Selamet Partisi’nin kurulması karşılığında şartlı olarak kilit noktalara yerleştirildiklerini hiç kuşkusuz ki biliyordu.
Bu yüzden Erbakan’ın bu ikiliyi harcayamaması için camiaya bu şekilde lanse eden Sabetayist-Masonik medya bilinçli olarak bunu yapıyordu.
Millî Görüş partilerindeki bütün fitne, fesat, tefrika, ayrılık olaylarını bu ikili örgütledi. Parti örgütlerini ve Millî Görüşçü yan kuruluşları hep bunlar oluşturdular.
Hile rejimi ve köle düzeni ile yanına demirbaş konulan bu işbirlikçi mutemet ikili arasında kalan Erbakan, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra dolaylı olarak ANAP’ı, 28 Şubat 1997 post modern darbesi sonrasında ise AKP’yi aynı şekilde destekledi.
Çünkü ANAP’ı kuranlar da AKP’yi kuranlar da Şevket Kazan-Oğuzhan Asiltürk ikilisinin fitne-fesat kumkuması gibi çalışarak tezgâhladıkları oyunlar sonucu ayrılmak zorunda kaldılar. Kim ne zaman bu ikili ile restleşip ya biz ya onlar dediyse Erbakan her zaman onlar demek zorunda kaldı. Bu yüzden ayrılmalar kaçınılmaz hale geliyordu.
Erbakan’ın yalnız Dönme Musa Saffet Bayramaşık ile yaptığı sözleşme gereği bu ikiliye eli mahkûm durumda değildi; bütün teşkilatları, genel merkez personeline varıncaya kadar onlar belirlediği için de başkaca çaresi yoktu.
Bu durum çok açık, net şekilde 29 Şubat 1997 Sabahı ortaya çıktı… 28 Şubat Gecesi, tarihinde halen kırılamayan bir rekor kırarak 9 saat süren Millî Güvenlik Kurulunda Erbakan sonuna kadar direnmişti…
Ancak ertesi sabah, pazara kadar değil mezara kadar sloganıyla Refah Partisi’ne girmiş bulunan Aydın Menderes televizyonlara çıkıp şöyle seslendi:
Ey Erbakan; askerlere direnip ülkeyi gereksiz bir maceraya sakın sürükleme. Bilesin ki sen yalnız bir adamsın, arkanda kimse yok!
Bu çağrıdan sonra bekledik ki hükümetteki Refah Partili bakanlardan, Meclis Grubunu oluşturan 158 milletvekilinden, 81 ilin teşkilatlarından, partili onlarca büyükşehir ve il belediye başkanından bir kişi çıksın da Aydın Menderes’e şöyle bir cevap versin:
Be adam, sen ne diyorsun ya? Ne demek Erbakan’ın arkasında kimse yok, yalnız adam? Sen daha dün girdin Refah Partisi’ne… Bunu demek sana mı düşer? Bak ben buradayım, kimse yoksa Erbakan’ın arkasında ben varım!
Heyhat, boşuna beklemişiz; kimseden çıt çıkmadı!
Peki, neden?
Millî Görüş hareketini tek başına sıfırdan başlatan, birçok seçim kazanan, Refah Partisi’ni son seçimde birinci yaparak kurduğu 54. Hükümette efsanevi başarılara imza atan Erbakan nasıl olur da yalnız kalır, arkasında hiç kimse olmazdı? Bunca insan içerisinde hiç mi bir babayiğit çıkmazdı?
Oysa Erbakan’ın ordu içerisinde kilit noktalarda çok etkin adamları vardı. Refah Partisi arkasında dik dursaydı Erbakan 28 Şubat süreci içerisinde cuntacı generalleri ve onlara destek olan sivilleri çok kolay tasfiye edebilirdi.
Nitekim Erbakan Başbakanlıktan ayrıldıktan sonra ordu içerisindeki bu ekiple dayanışma içerisinde 28 Şubatçıları tümüyle tasfiye etti!
ABD ve içerideki uzantılarıyla birlikte hareket eden Şevket Kazan ve Oğuzhan Asiltürk ikilisi 28 Şubat sürecinde Erbakan’ı bertaraf edip Refah Partisi’ni ele geçirmeyi planlıyorlardı…
Bu yüzden Şevket Kazan Refah Partisi’ne kapatma davası açması için Başsavcı Vural Savaş’a her türlü imkânı sağladı. Ancak yine de amacına ulaşamadı. Olaylar başka türlü gelişti…
Konuyu daha fazla uzatmadan şu hususa dikkatleri çekmek istiyoruz:
Evet, Erbakan kurduğu bunca partide daima yalnız bir adamdı, hiç kimse, hiçbir zaman yanında olmadı ya da olamadı. Çünkü bu ikili Millî Görüş partilerini ve yan kuruluşlarını sürekli Erbakan karşıtları ile dolduruyordu. Erbakan’ı sevenlere aman verilmeyip harcanıyordu. Bazı münferit sevenleri olsa da siniyorlardı. Çünkü onların dediği dedikti.
Bu durum Numan Kurtulmuş olayında bir kez daha tüm çıplaklığı ile gözler önüne serildi. Saadet Partisi’nde Erbakan karşıtları hala büyük çoğunluktadır! Yahudi deyip geçmemek lazım…
İşte Erbakan bunu en iyi bilen konumda olduğu için 12 Eylül sonrasında ANAP’ı, 28 Şubat sonrasında AKP’yi dolaylı şekilde hep destekledi.
Duyduğumuza göre, 54. Hükümet sırasında Tansu Çiller, Oğuzhan Asiltürk’ü bir konuda Erbakan’a şikâyet etmiş. Erbakan Tansu Çiller’e şöyle yol göstermiş: Git de ki, bak çok ileri gidersen senin Ermeni olduğunu açıklarım!
Herkesin gözleri önünde geçmiş olan nice olayları bunca yıldır sürekli anlatmamıza rağmen kafasını kuma sokan Millî Görüşçülerin gözüne şu yazıyı sokmak istiyoruz…
Bakalım hala Oğuzhan Asiltürk’ün Ermeni olduğunu kabul etmemekte diretebilecekler mi?
İşte Oğuzhan Asiltürk’ün Ermeni olduğunu belgeler nitelikte Evrensel Gazetesi ve “Ruh Halimin Güvercin Tedirginliği” adlı Ermenilere ait Facebook grubunda Hrant Dink’in ardından Ermeni bir yazar tarafından yayınlanmış o yazı:
23/01/2007
Kirve Hırant
Tevfik Taş
“Söyle nedir kanayan Sen, sen gözleri karanlıkta da gören.”
“Söyle nedir kanayan
Sen, sen gözleri karanlıkta da gören.”
Mıgırdıç Margosyan, benim güzel, benim bilge Ermeni kirvem, biz Anadoluyuz… Anadolu’nun bir kasabasında, köyünde, mahallesinde biri öldüğünde, herkes onun kendi köyündeki, mahallesindeki yakınına, hısımına başsağlığına gider. Sen, Hırant Dink’in bizim köyümüzdeki, Evrensel gazetesindeki yakınısın; başın sağ olsun Mıgır Ustam, hanen, gençlerin, cemaatin sağ olsun Kirve Mıgır. Yurdun sağ olsun çiçek kirvem, toprağın, insanlığın…
Sen Metin Göktepe’ye “Mektuplar” yazarken kirvem, Hırantımızı vurdular.
İkisi şimdi aynı göğün altında, aynı toprakta, aynı kaderde buluşacaklar. Biz, Kirve Mıgır hangi sözcükleri hangi puntolarla bağırırsak bağıralım, bütün o sözcüklerin, çığlıkların arkasında keskin, ayazsı bir acı kalır.
Biz Anadoluyuz!..
Dudaklarımızın kanı çekilir kirve, elimiz varmaz olur işe.
Üryan bir acı işte.
***
Başın sağ olsun Hakkı Özdal. Ülkemin, ince Ermenisi aklın, düşlerin, hayretler büyüten sözün sağ olsun. Jaklin Çelik, öykümüzün zarif yüzlü Ermenisi, başın sağ olsun… Öykülerin, dilin, erdemin, Anadolu sevgin sağ olsun.
***
Ey Durmuş Durduyan’ı Oğuzhan Asiltürk’e çeviren; Ey Oğuzhan Asiltürk namıyla bir adamı Erbakan’ın emrinde halkların, gençlerin üstüne süren kahpe devran, sana başın sağ olsun diyemem; öldürülen benim hemşerim, Hırant benim kapı komşum; yolundan, dilinden, sevgisinden, özünden dönmez hısımım, dostum, yol arkadaşım.
Öldüren sensin.
***
Hırant Dink’i öldürdüler.
Benim Hırant’a bir yazı borcum var.
Onun gazetesine, Kızıl Afiş’i, Michel Manukyan’ı yazacaktım. Türkiye’den gidip II. Dünya Savaşı’nda Paris’te faşistlere karşı “Göçmen İşçiler Direnişi’ni örgütleyen o genç Ermeni’yi yazacaktım. O direnişin elebaşını… Tembellik ettim, durmadım sözümde.
Van’ı yazmıştım ben Atlas dergisine, Agos’ta çok beğenilmişti yazı. Bir yaz akşamı, Hırant’la Beyoğlu-Nevizade Sokak’ta karşılaştık. Ben, Paris’ten gelmiştim
“Van’ı okudum” dedi,
“Nasıl, nasıl güzel yapmışsınız, ne güzel tasvirler çıkarmışsın Van’dan,” Bana rakı doldurdu, kadeh tokuşturduk.
O zamanlar henüz bu kadar “ünlü” değildi. Leş yiyiciler, insan düşmanları henüz tam sarmamıştı etrafını.
“Ne güzel fotoğraflar,” dedi. Fotoğraflar söz konusu olunca ben, İzzet Keribar’ı anlatmaya başladım “Yaşlı bir adam mıdır bu” diye sordu.
“Yaşlı” dedim “ama bizden genç.”
Güldü, gülüştük.
“Görüyor adam, güzel görüyor” dedi. “Hani klasik romancılar nasıl bi yeri, bi adamı çizer, fotoğraf, resim haline getirir ya, tam öyle. Okunacak şey haline getiriyor.” Ahdamar Adası’nı konuştuk, duvarlardaki figürleri, yazıtları. Söylencelerine güldük.
***
Hırant’ı öldürdüler. Kapımız, bacamız kan. Michel Manukyan’ı Fransa’da faşistler kurşuna dizdi. Ve kötü bir afişin tam orta yerine basıp resmini “elebaşı” diye yazarak yanına Paris sokaklarına astılar. Faşistler şu sözcüklerle onları aşağılamak istedi:
“BUNLAR MI ÖZGÜR OLAN!”
Ama işte Fransa’nın büyük ozanı Aragon, dünyaya şiirle duyurdu gerçeği:
“Gün boyu bakmadan geçti gitti insanlar
Durmadı ama kimi eller karartmada
‘Fransa için öldüler’ diye yazdı afişe”
***
Hırant’ı faşistler kurşuna dizdi. İdam fermanını ilan ederek kurşunladılar onu. Seçerek, planlayarak, adım adım söyleyerek öldürdüler arkadaşımızı.
Bir metni, bir yazıyı okumasını bilmeyen, (hayır… bilmek, okumak, anlamak istemeyen) hukukçular öldürttü onu.
Ermeni şovenizmiyle alay ettiği satırlar, “Türklüğü aşağılamak” olarak yorumlandı.
Tuhaf değil mi?
Bunlar hâlâ hukukçu.
Ve ben, Türklüğün bu biçiminin sahiden akıldan, basiretten yoksun ve doğal olarak aşağılık olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum. Hırant öldürüldü.
Katillerin “Büyük Türk Adaleti” dedikleri her neyse sanırım yerini buldu.
İttihat ve Terakki’den bugüne gelen, o vahşi politikayı kendine kılavuz edinen bütün partiler ve oluşumlar şimdi mutludur. O gâvur, o Ermeni öldü.
Şimdi kına gönderelim onlara, kına yakıp salınsınlar bu kanın, bu acının içinde.
Ülkem, ecirler, halklar başımız sağ olsun.
***
“Michel Manukyan’ı yazmak iyi olur” dedi. “Türkiye başka bir Manukyan’la bizi yanlış tanıdı durdu. Basarız Kızıl Afişi de. O Manukyan değil, asıl bakılası, sevilesi bu Manukyan demiş oluruz.” Şakasını yapmadan önce kendi bastı kahkahayı:
“Yahu diyecekler ki ‘bu gavur Ermenilerde de bir düzgün Manukyan yok. Al işte bu da kızıl çıktı.’ Gel de gülme!..”
Güldük. Gülüştük.
Gülüşün sağ olsun Margos, bizi gülümseten dilin sağ olsun.
Başın sağ olsun, bize bu güzelim türküyü armağan eden Harputlu sevdakar:
“Bahçelerde mor meni / Verem ettin sen beni / Ya sen İslam ol Ahçik / Ya ben olam Ermeni.”
Sizin nefesleriniz, demeleriniz sağ olsun ülkemin Bektaşi edebiyatına, büyük türküler armağan eden, Türkçeyi cümle Osmanlı sultanından, şairinden daha berrak kullanan Ermeni-Bektaşi âşuğları (âşıkları) Kul Miskin, Harabi, Âşık Vartan, Civan Ağa, Zeki Nikabi, Hayrani, Coşkuni, Turab Dede, Artin Baba, Dersimli Sarkis Zeki ve daha niceleri. Siz sağ olun Aleviler, Kürtler, Poşalar, Çingeneler, Ermeni Çingeneler, Rumlar, Süryaniler, Lazlar, Çerkezler, Yezidiler ve Anadolu alaşımının kimyasında varolan, var olacak her damla…
***
Agos’un internet sayfalarında yayınlandı Van yazısı. Gönendirdiler beni.
Ama ben ona verdiğim yazı sözünü erteleyip durdum. Kirvem ama sözüm söz, sana faşizme karşı göçmen işçileri örgütleyen o güzel Ermeni gencini yazacağım. Fransız olmadıkları için, Fransızların adlarını bile söylemekte zorlandıkları o adamların nasıl yollar yarattığını, laboratuarlarda nasıl Molotof kokteylleri yaptıklarını, faşizme nasıl üstün geldiklerini bir kez daha konuşacağız.
Hırant senin adın ateşin canlılığı demek. Ataklık demek. Anadolu demek.
Hırant seni gencecik bir çocuğa vurdurdular. Hırant seninle birlikte onu da, o küçücük zavallı böceği de öldürdüler.
Hırant ağlamak insanın hayvan halidir. Hayvan halidir çünkü insan çare bulamaz olunca, aklı işe yaramayınca ağlar.
Hırant ağlıyorum.
Sana şimdi Aragon’un Michel’e ve arkadaşlarına olanları anlattığı şiiriyle veda ediyorum. Senin aydınlığını, dostluğunu, yoldaşlığını işlerimizde, eylemimizde yaşatacağımızı bilmeni isteyerek veda ediyorum sana.
AFİŞ
Ne zaferdi istediğiniz ne gözyaşı
Ne hüzünlü org ne son duası papazın
…
Yaptığınız kullanmaktı silahlarınızı
Ölüm gözünü kamaştırmaz partizanın
Asıldı yüzleriniz tüm duvarlara
Gece ve sabah karasıydınız, korkutucu, süzgün
Bir afiştiniz, kızıl bir kan lekesi gibi
Adlarınızı bile söylemek öylesine güçtü ki
Görenleri dehşete salsın istediler
Sizi kimse Fransız olarak görmez gibiydi
Gün boyu bakmadan geçti gitti insanlar
Durmadı ama kimi eller karartmada
‘Fransa için öldüler’ diye yazdı afişe.
İşte yazının yayınlandığı linkler:
http://www.evrensel.net/v2/haber.php?haber_id=3556
https://www.facebook.com/topic.php?uid=85820685025&topic=6227
https://www.facebook.com/group.php?gid=85820685025
Yorum yazarak El-Aziz Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan El-Aziz Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler El-Aziz Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı El-Aziz Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak El-Aziz Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan El-Aziz Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler El-Aziz Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı El-Aziz Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.