Millî Görüş'ten yolunu ayırmak neden bu kadar kıymete biniyor?

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Zeki Geçkil'in El-Aziz'den köşesinde yayınlanan yazısı...

İlk yayın tarihi: 4 Temmuz 2012

Turgut Özal 1977 Genel Seçiminde iller henüz seçim bölgelerine bölünmemişken 22 milletvekilini tek listede çıkaran İzmir’de birinci sırada Millî Selamet Partisi’nin adayı idi. Listenin ikinci sırasına ise o zamanlar Turgut Özal’dan daha ünlü olan Diyanet İşleri Başkan Vekili Yaşar Tunagür Hoca konulmuştu…

O sıralar henüz bugünkü kadar olmasa bile ismi ülke çapında bilinen Fethullah Gülen Hocaefendi de hizmetlerini yürüttüğü İzmir’de yaşıyordu. İkisi de rahmetlik olan Turgut Özal ve Yaşar Tunagür Hoca Fethullah Gülen Hocaefendi’nin var gücü ile desteğinde zorlu bir seçim kampanyası yürüttü.

Seçim sonuçları açıklandığında tam bir hayal kırıklığı yaşandı. Turgut Özal koskoca İzmir’de Millî Selamet Partisi’nden milletvekili seçilememişti. Tarım ve İçişleri Bakanlıkları görevlerinde bulunan kardeşi Korkut Özal ise Millî Selamet Partisi listesinden Erzurum milletvekili seçilebilmişti.

Turgut ve Korkut Özal kardeşler 12 Eylül 1980 Darbesinden sonra yollarını Millî Görüş’ten ayırıp ANAP’ı kurdular. Korkut Özal MKYK üyesi olduğu için yasaklılar arasındaydı, resmi görev almadı ama Millî Selamet Partisi teşkilatlarını çok iyi tanıyordu, büyük çoğunluğunu ANAP’a götürdü.

1983 Genel Seçimi öncesinde ABD Yahudi Cemaatinden bir heyet gelip Cumhurbaşkanı Kenan Evren’i ziyaret ederek 12 Eylül yönetiminin kurdurduğu Milliyetçi Demokrasi Partisi ve Halkçı Parti ile birlikte veto edilmemesini sağladı.

Erbakan’ın Refah Partisi, Demirel’in DYP’si, Türkeş’in MÇP’si, Erdal İnönü’nün SODEP’i, Ecevit’in DSP’si ve diğerleri veto edilip seçime sokulmadı.

Bu seçimde 12 Eylül Darbesine davetiye çıkartarak ilk günlerde hararetle destek verip alkışlayan ABD ve Avrupa Birliği yanlısı işbirlikçi çevreler hararetle Turgut Özal’ın ANAP’ını desteklediler.

12 Eylül yönetiminin icazeti ile partilerini kuran Turgut Sunalp ve Necdet Calp yerine Kenan Evren tarafından hakarete varan ağır suçlamalara muhatap olan Turgut Özal’ın partisi bir başına iktidara geldi.

Turgut ve Korkut Özal kardeşler Erbakan ve Millî Görüş’ten yollarını ayırmanın büyük ödülün alıp bir devran sürdüler.

Burada bir hususun altını mutlaka kalınca çizmemiz gerekiyor. Turgut ve Korkut Özal kardeşlerin Erbakan ve Millî Görüş aleyhine kampanya açarak oy aldıklarını sakın kimse düşünmesin. Aksine vitrinlerine Millî Görüşçü adaylar koyup Millî Selamet Partisi’nin milletimizde bıraktığı fevkalade iyi intibalardan alabildiğine yararlandılar.

Erbakan ve Millî Görüş’ten yollarını ayırmalarının mükâfatını ise sadece ABD, Avrupa Birliği ve de Türkiye içerisindeki uzantısı yapılanmalardan aldılar. Başka bir ifade ile halkımız Turgut ve Korkut Özal kardeşleri Millî Görüş’e mensup oldukları, İşbirlikçiler ise yollarını ayırdıkları için destekledi.

Peki, niçin ABD’de planlandığı bilinen 12 Eylül 1980 Darbesinin yöneticileri Kenan Evren ve silah arkadaşlarından işbirlikçiler desteklerini geri çekip aleyhine döndüler ve Turgut Özal’ın ANAP’ını onlara karşı desteklediler?

Çünkü Kenan Evren ve silah arkadaşları ABD’ye, Avrupa Birliği’ne, açıkçası Dünya Siyonizm’ine dirsek çevirip Erbakan’ın 12 Mart 1971 öncesi kurduğu millî derin devletin kontrolünde icraatlara başladıkları için hedef haline getirildiler. O yüzden 32 yıldır sistematik bir yıpratma kampanyasına hedef oldukları için bugün ülkede hiç sevenleri yoktur.

Sonra ABD ve Avrupa Birliği uzantısı işbirlikçi çevreler 12 Eylül yönetimine yaptıklarının aynısının tıpkısını Başbakan Turgut Özal’a da yaptılar. Kardeşlerini, eşini, kızını, damadını, oğullarını, hatta gelin ve dünürlerini kapsayan aile boyu dehşet bir karalama kampanyasının hedefi yaptılar.

Turgut Özal Başbakanlığı sırasında açıkça suikast girişimine, Cumhurbaşkanı iken suikast olduğu tartışmalı ama ölümü sırasında açık bir ihmale muhatap kılındığı devletin resmi raporlarıyla tescilli bir düşmanca muameleye uğratıldı.

Peki, ama neden?

Çünkü ilk başta ABD ve Avrupa Birliği çevrelerinden destek alan Kenan Evren ve arkadaşları gibi Turgut Özal da Başbakan olduktan sonra Erbakan’ın yönettiği millî derin devlet kontrolüne girdi de ondan!

Özetlersek 12 Eylül ve ANAP ilk başta ABD ve Avrupa Birliği çevrelerinin emrine girdikleri için tam destek aldı; sonraları Erbakan ile birlikte hareket ettikleri için tam hedef yapıldı. Gerçi 12 Eylül de, ANAP da resmen ve fiilen artık yok; ama o dönem yapılanlarla Türkiye bugünlere geldi. Hiç kimse ve hiçbir güç o yapılanları silemez; çünkü tarihe mal oldu. İleride tarihçiler mutlaka ortaya çıkarır.

Daha sonra aynı şey 28 Şubat 1997 sürecinde Recep Tayip Erdoğan ve arkadaşlarının kurduğu, iktidar yaptığı AKP için tamı tamına aynen tekrarlandı.

Recep Tayip Erdoğan arkadaşları ile birlikte Erbakan ve Millî Görüş’ten yollarını ayırarak AKP’yi kurduklarında ABD ve Avrupa Birliği çevrelerinden büyük destek aldılar. Zaten AKP’nin kuruluşu TÜSİAD platformlarında olgunlaştırıldı. Şimdilerde AKP’li olan Nasuhi Güngör’ün yazdığı Yenilikçi Hareket adlı kitapta o dönemde olup bitenler ayrıntılarıyla ve belgeleriyle yer almış bulunuyor.

Recep Tayip Erdoğan ve arkadaşları da Erbakan ve Millî Görüş ile yollarını ayırmanın dayanılmaz cazibesine kapıldılar. Bu sayede parlatıldılar, yere göğe sığdırılamadılar, büyük destek alarak tek başına iktidar oldular.

Tıpkı Turgut-Korkut Özal kardeşlerin ANAP’ı gibi, Recep Tayip Erdoğan ve arkadaşlarının AKP’si de; Millî Görüş’e mensup oldukları için, özellikle de Erbakan’ın 54. Hükümetteki başarılarının 28 Şubat sürecindeki ekonomik krizden çok çeken milletimiz tarafından takdir edilip özlenmesinden ötürü büyük bir heyecanla desteklendi.

Buna karşın ABD ve Avrupa Birliği ile işbirlikçi çevreler ise Recep Tayip Erdoğan ve arkadaşlarını tam aksine Erbakan ve Millî Görüş ile yollarını ayırarak AKP’yi kurdukları için desteklediler.

Recep Tayip Erdoğan ve arkadaşları AKP’nin ilk girdiği 3 Kasım 2002 seçim kampanyasında asla Erbakan ve Millî Görüş aleyhine tek kelime söylemediler. Tam tersine Erbakan’ı Cumhurbaşkanı yapacaklarını söyleyerek propaganda yaptılar.

Recep Tayip Erdoğan o ünlü “Biz Millî Görüş gömleğini çıkardık, kim giyerse giysin” sözünü Başbakanlık koltuğuna oturduktan sonra; ilk yurt içi gezisini, uluslararası Lions ve Rotary kulüpleri genel kuruluna katılmak üzere yaptığı Antalya’ya giderken uçakta sarf etti. Yani Millî Görüşçülere dayı diyerek iktidar olduktan sonra o sözleri söylemişti.

Peki, bunları niçin yazma gereği duyduk?

Erbakan ve Millî Görüş ile yolunu ayırıp Saadet Partisi Genel Başkanlığını bırakarak Has Parti’yi kuran Numan Kurtulmuş da o siyasi başarısızlığından sonra, onca medya desteğine rağmen son seçimde aldığı inanılmaz hezimetin ardından şimdi kıymete binmiş bulunuyor!

Başbakan Erdoğan MKYK toplantısında “Numan Kurtulmuş ve Süleyman Soylu Ak Partili olabilir” diyerek ağız yoklamış. Haber duyulunca bomba etkisi yaptı. Hemen direkt Recep Tayip Erdoğan sonrası AKP liderliğine yakıştırılmaya başlandı…

İşte, Millî Görüş ile yollarını ayıranlar böyle kıymete biniyorlar. Dış mihraklar ve onların uzantıları Millî Görüş ile yollarını ayırdı diye desteklerken; milletimiz Millî Görüş içerisinde yetiştiler diye onları sahipleniyor!

Hey gidi siyaset; sen neymişsin be?

Turgut Özal’ın İzmir’de, Numan Kurtulmuş’un Saadet Partisi ile Has Parti’de yaşadığı başarısızlığı Recep Tayip Erdoğan da Beyoğlu ve Bayrampaşa’da yaşamıştı… Beyoğlu belediye başkan adayı oldu, hiçbir varlık gösteremedi. Bayrampaşa’da milletvekili ara seçimine liste birincisi olarak girdi; alt sırada bulunan Mustafa Baş tercih oyları ile önüne geçip milletvekili seçildi, o kaybetti.

Hatta Refah Partisi İstanbul İl Başkanı iken de adından çokça söz ettirmesine karşın başarısız idi. Bizler bir gün Fatih’te bulunan Refah Partisi il merkezini ziyarete gitmiştik, hayretten küçük dilimizi yutacak olduk…

Ülkenin ekonomik başkenti 15 milyonluk İstanbul’da Refah Partisi’nin İl Merkezi 5 katlı köhne bir apartmanın çatı katındaydı, asansörü de yoktu. Merdivenleri çıkarak kapıdan girdik ki ne görelim; şuradan buradan toplanmış derme çatma eski eşyalar ve birkaç gariban kılıklı adamdan başka bir şey yok. Refah Partisi’nin o zamanki Elazığ İl Merkezi, İstanbul’unki yanında çok muhteşemdi.

İnanamayacaksınız; büyük bir hayal kırıklığı ve öfke ile geri dönüp merdivenlerden inerken Recep Tayip Erdoğan ile o yukarıya çıkarken karşılaşmayalım mı?

Kendimizi alamayız bir şey söyleriz diye Allah’ın selamını bile vermeden yanından geçip gittik. O zaman “Şu mezbele yerde ne hizmet yapılabilir, bunca şöhret ne neyin nesi?” diye düşünüp bir cevap bulamamıştık.

Demek istediğimiz o ki; işte, Erbakan’a karşı sadakatsiz, vefasız davranıp Millî Görüş ile yollarını ayıranlar böyle parlatılıyor, lanse ediliyor, başarılı kılınıyor, başları göğe değdiriliyor.

Ama ne gam; Erbakan onları eninde sonunda kontrolüne geçirdi, koşturdu, tepe tepe çalıştırdı ve büyük hizmetlere vesile yaptı.

AKP’yi kurduğunda omuz verip iktidara gelmesini sağlayan bütün o kesimlerden şimdi Başbakan Erdoğan’a yönelik yapılan acımasız eleştirileri, sahici hasmane saldırıları, insafsızca karalamaları göz ardı etmek ya da şuraya buraya çekmek mümkün de inandırıcılığı da değildir.

Bunun nedeni hep aynıdır: Nasıl ki darbe yapsın diye Kenan Evren’i desteklediler, sonra Erbakan çizgisine girdi diye eleştirdilerse… Nasıl ki ANAP’ı kuran Turgut Özal’ı seçime girdiğinde var gücü ile destekleyerek iktidar yaptıktan sonra 12 Eylül çizgisine girdiğinde suikast üstüne suikast yapıp canına kast ettilerse…

Öyle de Recep Tayip Erdoğan’ı da Erbakan ve Millî Görüş ile yolunu ayırıp AKP’yi kurduğu için ilk önce iktidar olması için desteklediler. Sonunda Erbakan’ın çizgisine dönüp Millî Görüş gömleğini çaktırmadan yeniden giyince de Kenan Evren ve Turgut Özal’a yaptıklarını şimdi ona da yapmaya çalışıyorlar.

Hiç kimse AKP iktidarının icraatlarının Millî Görüş’ün bilinen politikaları doğrultusunda olmadığını, Başbakan Erdoğan’ın konuşmalarının asla Erbakan tarafından onaylanmayacak içerikte olduğunu ileri süremez.

Erbakan da Başbakan Erdoğan için “O at yarışı spikeridir, jokey değildir” diyerek söylemlerini olumlu bulduğunu zımnen kabul etmiş oluyordu. Demek istiyordu ki siz konuştuklarına bakmayın, onlar önüne konuluyor, o sadece okuyor. Kendisi o sözlerin sahibi, müellifi değildir.

Gerçekten de Başbakan Erdoğan gerek grup toplantılarında, gerekse çeşitli platformlarda yaptığı konuşmalarda son derece doyurucu, mükemmel ve mest edici konuşmalar yapıyor. Hayatında bir makale bile yazmamış bir kişinin bu mükemmel metinleri yazması mümkün olmadığı gibi ayıracak bir vakti de yoktur.

Neredeyse tüm programları medyaya bildirilen, yaşamı gözler önünde geçen Başbakan Erdoğan yoğun mesai arasında o uzun metinlerin hazırlanmasına ayırabilecek zamana sahip değildir. İşte o metinleri nerede, kim ya da kimler hazırlayıp kaleme alıyorsa; Türkiye oradan, onlar tarafından yönetiliyor.

Ancak eğer yiğidi öldürüp hakkını yemeyeceksek, Başbakan Erdoğan önüne konulan metinleri gerçekten harikulade okuyor. Sanırız onun o gerçekçi okuyuşunu, sarsıcı vurgularını, vücut dilini izleyip de gıpta etmeyen bir spiker yoktur.

Erbakan bir konuşmasında Başbakan Erdoğan’ın Türkiye’nin karar verici yönetici kurulu içerisinde yer almadığını belirten bir ifadeye yer vermektedir.

Açıkçası Türkiye milli derin devlet odağını oluşturan bir akil adamlar heyeti tarafından yönetiliyor; bu kesin. Zaten ciddi ve bağımsız bir ülkenin yöneticilerinin vitrindekilerden ibaret olması bekasını tehdit ve tehlike altına sokacak bir durumdur. Gerçek yöneticileri hiç kimsenin bilmemesi gerekir.

Nitekim Dünya, Siyonizm’in 70 kişilik Senhadrin Meclisi tarafından yönetildiği, bunun üzerinde 7 kişi bulunduğu, bunlardan en tepede yer alan 3’ünün dışında, diğer 4’ünün de içinde yer aldığı ifade ediliyor. Ve o en tepedeki 3 kişiyi Senhadrin Meclisindeki diğer 4 kişiden başkasının bilmediği belirtiliyor. Zaten öyle de olması gerekir; yoksa güvenli bir yönetim mümkün olmaz. Gizlilik güçtür.

Yaşananlardan anlaşılan o ki Saadet Partisi de bir karanlık odaktan yönetiliyor. Vitrindekiler yalnız seyirlik…

Geçtiğimiz Cuma Günü (29 Haziran) Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi yeni binası açılış törenine Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç katılmak üzere Elazığ’a gelmişti. Recai Kutan, Ahmet Tekdal, MSP Elazığ eski milletvekili Ömer Naim Barım birlikte gelip tüm etkinliklere katıldılar.

Millî Görüş partilerinin iki genel başkanını AKP’li Bülent Arınç’ın beraberinde görmek doğrusu hiç beklemediğimiz bir olay oldu. Tabii ki hayret etmedik, sadece sürpriz oldu. O ileri yaşında, Bülent Arınç ile birlikte buralara kadar gelip onca meşakkatli programa katılmanın Recai Kutan ve Ahmet Tekdal için büyük bir azim ve gayretin ifadesi olduğu açıktır.

Galiba AKP’nin Cemaat ile arasının açılması bölünmeye kadar götürecek gibi. Bülent Arınç, gözü Saadet Partisi liderliğinde kalmalı ki iki eski genel başkanını tören tören yanında gezdiriyor.

Ancak Bülent Arınç’ı iyi tanırız. O da iyi konuşur ama elinden iş çıkmaz. Erbakan, memleketi olan milyonluk Manisa’dan kaç kez aday gösterdi seçilemedi. Erbakan beni harcamak için Manisa’dan aday gösteriyor diye hep mızmızlanırdı.

İl başkanlığı yaptığı kendi memleketi Manisa’dan milletvekili seçilemeyişi Bülent Arınç açısından beceriksizlikten başka bir şey değildi. Kaldı ki Millî Selamet Partisi girdiği ilk seçimde Manisa’dan Gündüz Sevilgen’i milletvekili çıkartmıştı.

Bülent Arınç, tek başına AKP iktidarında bile memleketi Manisa’yı bırakıp son seçimde Bursa’dan aday oldu. Demek istiyoruz ki birileri bunların önüne bir program koyup yap, bir platform koyup çık konuş demese ellerinden bir şey gelmez.

Bülent Arınç’ın Millî Görüş partilerinde de ağustos böceği gibi ötmekten öte bir başarısı olmamıştı. Buna rağmen hep eleştiren, beğenmeyen, hesap soran tarafta kendini konumlandırıp yer alırdı. Aslında siyaseti konuşmaktan ibaret zannettiği için pek bilmez de.

Nitekim kendisi Cemaat’e yakın bir isimdir. Anlaşılan, Saadet Partisi ile Cemaat’i bütünleştirmeye yönelik bir düşünce içerisinde hareket ediyor. Oysa Cemaat bugüne kadar bütün partilere destek verdiği halde Millî Görüş partilerine hiç müspet bakmadı; aksine soğuk ve mesafeli durdu.

Şimdi Bülent Arınç en basit bir mantık kuralı olan içtima-ı zıddeyn muhaldir (iki zıttın birleşmesi imkânsızdır) gerçeğinden habersizce bir yol izliyor.

Bülent Arınç’ın oğlu vefat etmişti, Allah rahmet etsin… Millî Gazete ve Zaman Gazetesinde tam sayfa ilan vererek taziyede bulunanlara teşekkür etmişti. Refah Partisi milletvekili olmasına karşın Genel Başkan Erbakan’ın ismine Fethullah Gülen isminin altında 3. sırada yer vermişti. Muhakkak ki bunu tavır koymak için kasıtlı yapmış olmalıydı.

Ama bu hiçbir şekilde kabul edilemez bir küstahlık olması yanında bir mantıksızlık ve tutarsızlıktı da. Genel başkanını böyle istiskal eden bir milletvekili neden hala o partide kalırdı ki?

Erbakan ise hiçbir zaman bu tür edep ve terbiye dışı tutum ve davranışları mesele yapıp disiplin uygulamaz, hatta tavır bile koymazdı. Şevki Yılmaz, Halil İbrahim Çelik, Hasan Hüseyin Ceylan, Şükrü Karatepe gibilerini bile sineye çekerek 28 Şubat sürecine yaptıkları katkılar nedeniyle asla muaheze etmedi.

Recai Kutan ve Ahmet Tekdal sözde Oğuzhan Asiltürk’e karşı Fatih Erbakan’ın yanında yer alıp destek veriyorlar. Bunlar hiçbir zaman Erbakan’a vefa göstermediler; oğluna mı gösterecekler?

Bunların Oğuzhan Asiltürk ile birlikte karanlık odanın emrinde hareket ettiklerini düşünmekteyiz. Bizlerin naçizane tavsiyemiz Fatih Erbakan asla bunlara güven duymamalıdır. Fatih Erbakan hiç bugüne kadar yanlış yapmadığı için umutluyuz. Onlarla birlikte olmasının sakıncası yok, yanında gözükmelerinden rahatsız olmaması gerekir. Ancak asla onların sözünü dinleyerek bir tek adım bile atmamalıdır.

Millî Görüş’ten yolunu ayıranlar, ihanet edenler, zarar verenler, daima büyük karşılıklar, ödüller almışlardır. Recai Kutan ile Ahmet Tekdal’ı bu yaşta buralara kadar bin bir meşakkatle getirerek bunca sıkıntıya katlanmalarına neden olan kesinlikle inançları değildir. Karanlık odanın yüklediği bir misyon ile ancak buna katlanırlar. Bu yaştan sonra değişecek değiller, geçmişte yaptıklarının tekrarını yaşamaktan başka bir şey yapamazlar.

Saadet Partisi hak dava olan Millî Görüş’ün tek temsilcisidir. Hak davaya bir sahip göndermek Yüce Allah’ın vaadidir ve üzerine borçtur. Allah’ın hak davayı sahipsiz bırakması olacak şey değildir. İnananlar asla ümitlerini yitirmesinler. Çünkü kâfirlerden başkası Allah’tan ümit kesici değildir.

(*) El-Aziz Gazetesi 715. sayısında yayınlanmıştır.

#

26 Tem 2019 - 01:48 - Milli Görüş


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak El-Aziz Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan El-Aziz Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler El-Aziz Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı El-Aziz Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.